Kuşak derecelendirmeleri ne kadar güvenilir?
Sosyal dinamikleri anlamak, insanların davranış kalıplarını tahmin etmek için kritik öneme sahiptir. Genellikle ekonomik ve politik süreçleri tanımlarken ve yönetirken ihtiyaç duyulan kategorik tanımlama ihtiyacı, üretim süreçlerinin tanımlanmasından pazarlama stratejilerinin geliştirilmesine, medya içeriğinin formatının seçiminden sosyal yardım faaliyetlerinin planlanmasına kadar birçok alanı etkilemektedir.
Bazı standart özelliklerin genelleştirilmesiyle oluşturulan varsayılan kategoriler, işverenlerin, reklam ajanslarının, siyasi aktörlerin, politika yapıcıların ve eğitimcilerin kararlarını şekillendiren faktörler olarak ifade edilebilir. Bu tür standardizasyon çabaları, insan kaynaklarının belirlenmesi, algılarının, beklentilerinin ve motivasyonlarının anlaşılması gibi bazı açılardan avantajlar sağlasa da, farklı yaş gruplarındaki bireylerin etkileşimlerini baltalayan ve toplumsal sinerjileri bozan aşırı basitleştirmelere de yol açabilmektedir.
Nesil derecelendirmeleri taşa yazılmış bir şey değildir. Bunlar, çağdaş sosyal ve ekonomik yapıların koşullarına ve toplumu etkileyen olaylara dayanmaktadır. Bu sınıflandırma, nesiller arası farklılıkları yansıtarak tarih boyunca kendini tekrarlamıştır. “Gençlerimiz ne oluyor? Büyüklerine saygı duymuyorlar, anne babalarına karşı geliyorlar. Kanunları hiçe sayıyorlar… Ahlakları bozuluyor.”
Bu ve benzeri cümleler bugün tanıdık gelse de 2000 yılı aşkın bir süre önce Platon, Aristoteles ve Sokrates gibi eski filozoflar tarafından dile getirildi. Bu kuşaksal farklılıklar genellikle farklı deneyimler, tarihsel bağlamlar, kültürel farklılıklar ve teknolojik unsurlar nedeniyle var olur.
Kuşakların birbirinden keskin sınırlarla ayrılamayacağı vurgulanmalıdır. Örneğin, 1946-1965 yılları arasında doğan kuşak, 2. Dünya Savaşı’ndan sonra doğum oranlarının artması nedeniyle “baby boomers” olarak anılmaya başlandı. Aynı çocuklar dijital çağın temelini attı. Çeşitli bilimlerdeki çalışmaları sayesinde bilgisayarların, internetin ve dijital devrimin diğer birçok unsurunun ortaya çıkışı icat edildi. Aynı şekilde 1965-80 yılları arasında doğanları X Kuşağı (X Kuşağı) ayırmaktadır ve onu takip eden Y Kuşağı teknolojik dönüşümün hızlanmasında öncü rol oynamıştır.
Z kuşağı, dijital teknolojilerin tüm dünyaya yayılmaya başladığı 2000 yılı ve sonrasında doğdu. Bu tarih aynı zamanda dijital yerliler ve göçmenlerin tanımlanmasına da yol açmıştır. Bu nedenle, Z Kuşağı insanları dijital yerliler olarak kabul edilirken, önceki nesiller dijital göçmenler olarak etiketlenir.
Gen Z: Halihazırda tanımlanmış olan nesil
Tanımlar, belirli bazı parametreleri kullanarak sınıflandırma yapma imkanı sağlar. Ancak, Z kuşağını tanımlayan birincil itici güç olan teknolojiye erken erişim ve genç yaştan itibaren dahil olmasına rağmen, diğer sosyal, ekonomik ve kültürel farklılıklar ele alınmalıdır. Sosyoloji okumak ve sınıflandırmalar yapmak bir şeydir. Bunlar, sanayiden hizmet sektörüne, eğitimden siyasete toplumu oluşturan dinamikleri yönetmeye yarar. Bununla birlikte, klişeleri sürdürmek başka bir şeydir. Sadece topluluk içinde bölünme yaratır ve faydadan çok zarar verir.
Z kuşağının özgürlük takıntısı olduğu ve sadece teknolojide başarılı olduğu söylemi, aynı yaş grubundaki gençlerin farklı özellik ve ilgi alanlarına sahip olmalarına neden olabiliyor. Bu kategorizasyon, Z Kuşağı bireylerin teknolojiyi kullanmayı tercih ettikleri ve grup ortamlarında başarılı olamadıkları algısını yaratıyor. Bu klişeler kariyer yollarını ve gelişimlerini engelleyebilir. Ayrıca, Z kuşağına, dijital çağın sunduğu fırsatların kendilerine yeterince avantaj sağladığı, onları bilgi veya diğer becerileri edinme konusunda tembelleştirdiği konusunda yanlış bir mesaj veriyor.
Öte yandan, kendinizi bir teknoloji kullanıcısı olarak abartmak, tüketicinin rolünü artırırken teknolojiyi anlama, üretme ve teknoloji ile faydalı bir ilişki kurmayı engeller. Ayrıca Z kuşağının teknolojik ürünlerle sürekli iç içe olan bir kuşak olduğu algısı, modern teknolojinin getirdiği zararlara karşı önlemlerin alınmasını engellemektedir. İkincisi, dijital yerlilerle ilişkili fenomenler olan sürekli azalan bir dikkat süresi, dijital bağımlılık ve her şeyi kaybetme hissini içerir.
Z Kuşağı insanları da sürekli olarak kendilerini tanımlama girişimleriyle karşı karşıya kalıyor. Bu kadar meşakkatli bir kendini tanıma sürecinin bireyler için olumsuz sonuçları kaçınılmaz olacaktır. Bazıları, bilimsel olarak yürütülen anketlerden oluşturuldukları için bu tanımların olumlu tarafını görse de, bulguların çoğu sorgulanabilir.
Ayrıca birçok akademisyen ve siyasetçi de Z kuşağına bir rol biçmeye ve bu rezervuarı kullanarak bazı teorik varsayımlar veya siyasi kazanımlar elde etmeye çalışıyor. Bu yaklaşım başka bir yaygın hatadır. Z kuşağı insanları aynı değil. Onları birbirinden çok farklı kılan kültürel, bölgesel ve ülke farklılıkları vardır. Dolayısıyla “Z kuşağı hayatı böyle görüyor”, “Z kuşağı iktidara karşı”, “Z kuşağı dinden uzaktır” gibi absürt genellemeler yapmak, modern toplumlarda yeri olmaması gereken aşırı basitleştirmelerdir.
İnsanın biricikliğini göz ardı eden bu bütüncül yaklaşım, ironik bir şekilde, Z kuşağının internet sayesinde tüm çeşitliliği ve farklılığı gözlemleyebilen bir kuşak olduğunu belirtmektedir. Ancak, özgüllüğü olmayan homojen bir kitle olduğunu düşünüyor. Dolayısıyla Z kuşağını siyasi gündemleri için abartıya dayalı olarak kullanmak isteyen siyasetçiler büyük bir hüsrana uğrayacaklardır.