Burhan Sönmez Türkiye’de siyaset ve sanat arasındaki gerilim üzerine
Bununla birlikte, bu siyasi temaları tanımlamanızda ender görülen bir hafiflik ve özgürlük var. İstanbul Boğazı’na atladıktan sonra hafızasını kaybeden bir müzisyenin öyküsü olan “Labirent”, Erdoğan yıllarının çalkantısını, hafızasını yitirmiş bir kişinin cumhurbaşkanının yırtık bir posterini görüp onu padişahla karıştırdığını ancak ima eder.
Sanat ve gazetecilik arasındaki farkı biliyoruz. Basın doğrudan konuşur. Bu farklı sanat diliyle konuşurken artık toplum ve siyaset alanında olmadığımızı hissediyoruz. Politik bir soru ya da tarihsel bir gerçek benim romanımda yalnızca bir renktir. Gerçek güç bu. Roman yazarken geçmişle geleceği birleştirdiğimi hissediyorum. Çünkü geçmiş bir hikaye, gelecek ise bir rüya.
Türkiye’de son yıllarda sanatçılara ve yazarlara otosansür uygulandı mı?
Her şeyden önce, her yıl 500’den fazla yeni Türk romanı yayınlanıyor. Ben üniversitedeyken Türkçe çıkan yeni roman sayısı 15-20 civarındaydı. Bu çok büyük bir fark.
Genç nesil ile onların cesur olduklarını görüyorum. Tüm baskılara ve hapse girme ya da işsiz kalma riskine rağmen gençler korkusuzca yazıyorlar. Türkiye’deki Kürt meseleleri, kadın meseleleri, LGBT meseleleri ve siyasi suçlar hakkında yazıyorlar.
Yüzlerce yazar böyle: Açıkça ve bir noktada biraz tehlikeli bir şekilde kendileri için yazıyorlar. Bu gurur duymamız gereken bir şey.
PEN International’ın Başkanı olarak, ifade özgürlüğünün durumuna özellikle yakından bakıyorsunuz. Binlerce akademisyen ve gazetecinin tutuklandığı veya tasfiye edildiği 2016-2017 baskılarından bu yana Türkiye’de işler iyiye gitti mi?
Hayır, hayır, daha iyi değil. Türkiye’de iyiyi kötüyü hiçbir zaman ayırt etmedik. Her zaman olmuştur: kötü ya da daha kötü.