Yeshim Ustaoğlu: Türk sinemasının psikolojisine parlak bir bakış
Psikoloji, Türk sinemasının uzun süredir ihmal ettiği önemli bir konudur. Dünya sinemasında da son yıllara kadar psikolojik filmlerin popüler olmadığı biliniyor. Ancak Türk filmleri en azından 1990’ların ortalarına kadar bireyin iç hikayesinden yoksundu. Ortalama bir Türk filmi bireysel bir dramdan ziyade toplumsal bir dram olarak nitelendirilebilir.
Belki de psikoloji konusunu işleyen ilk Türk filmi, yönetmen Şerif Güren’in “Endişe” (1974) filmidir. Diğer erken örnekler arasında Tunj Okan’ın “Otobüs” (Otobüs, 1975) ve Mesut Oçakan’ın “Reis Bey” (Hakim, 1988) sayılabilir. Ancak edebi “Yeni Sinemacılar” ya da “Yeni Sinemacılar” ortaya çıkana kadar Türk filmlerinde psikolojiye pek rastlamıyoruz. Yönetmen Serdar Akar’ın liderliğini yaptığı, gerçek hayatı en yalın haliyle sinema üzerinden yansıtmayı hedefleyen grupta Yeşim Ostaoğlu, Derviş Zaim ve Zeki Demirkoboz gibi sinema sektörünün önemli isimleri de yer aldı. Ustaoğlu, siyasi bağlamda tasvir ettiği bireylerin psikolojisini ele alarak derinlik kazandırması nedeniyle emsalleri arasında özel bir yere sahiptir. Filmlerinin psikolojik etkisini güçlendirmek için suç ve gizem gibi başka tema ve türleri de kullanıyor.
erken dönem
Yeshim Ostaoğlu, 18 Kasım 1960’ta babasının bir devlet hastanesinde göz doktoru olarak çalıştığı Doğu Kars’ın Sarıkamış ilçesinde doğdu. Ailesi aslen kuzeydeki Trabzon ilinden olup, Sarıkamış’ta birkaç yıl geçirdikten sonra buraya dönmüşlerdir. Ustaoğlu, birinci sınıftan Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Mimarlık Bölümü’nden mezun olana kadar memleketindeki okula gitti.
Küçük yaşlardan itibaren Türkiye ve dünyadaki siyasi konulara olan ilgisini teşvik eden sol bir siyasi ortamda büyüdü. Türkiye’nin teröristler, aktivistler ve devletin güvenlik güçleri tarafından yoğun siyasi şiddete maruz kaldığı 1970’lerin sonlarında KTÜ’deki solcu aktivist öğrenciler arasındaydı. Ustaoğlu bir kez saldırıya uğradı ve gözünden yaralandı. Devlet hastanesinde babası bizzat kendisine göz ameliyatı yaptı. Bir keresinde bir röportajında ”Babam bana başka bir hayat vermeseydi bu filmleri yapamazdım” demişti.
Ostaoğlu, okul arkadaşlarıyla birlikte uluslararası mimari tasarım yarışmasına katılan bir projeye katıldı ve projeleri kazanıldıktan sonra eğitim almak üzere Avusturya’nın Salzburg kentine gönderildi. O zamanlar sadece 19 yaşındaydı ve okula bisikletle giderken ona “küçük bisikletli kız” diyen 20’li yaşlarının ortasındaki yüksek lisans öğrencileri arasında okuyordu.
Ustaoğlu, KTÜ’den mezun olduktan sonra mimar olarak çalışmak üzere İstanbul’a taşındı ve mimar olarak konumunu yansıttığına inandığı Koruma Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. Bir keresinde “Benim bağlılığım paraya değil mimariyeydi” demişti. Ancak ilk dört kısa filmini çekmek için kullandığı bir miktar para kazandı.
Mesleği mimar ve tutkusu film yönetmeni
Yeşim Ustaoğlu, idealist olması ve dizginsiz değişimlerin yaşandığı bir dönemde İstanbul’un eski mahallelerinin kültürel dokusunu korumayı tercih etmesi nedeniyle 1980’lerde Türkiye inşaat sektörünün büyümesine ayak uyduramadı. Mimarların çoğu müşterilerinin gereksinimlerini karşılamaya çalışıyordu, bu da önce İstanbul’un, sonra da tüm Türkiye’nin dış görünüşünü değiştirdi. Sonuç olarak ilgisi asıl işinden ziyade sinemaya doğru kaymaya başladı.
Ustaoğlu, psikolojik bir gizem olan ilk filmi Eze’den (1994) önce dört kısa film yönetti. Ancak sanatsal film seyircinin ilgisini çekmedi. Ancak “Eze”, İstanbul ve Nürnberg’in de aralarında bulunduğu birçok uluslararası festivalde en iyi sinema ödüllerini kazandı. Bazı eleştirmenler Ustaoğlu’nu “Türk David Lynch” olarak değerlendirdi ama sonraki filmlerini dikkate aldığımızda durum böyle değil. “Eze” Ostaoğlu’nun ilk filmi ama şimdiye kadarki en iyi filmi değil.
Ustaoğlu’nun ikinci filmi Güneşe Yolculuk (1999), ülkesindeki siyasi çatışmaların yavaş yavaş farkına varan saf bir gencin hikâyesini anlatıyor. Türk kimliğinin bir metaforu olan Mehmet, kendisi gibi genç bir işçi olan kız arkadaşıyla evlenmek gibi genel umutları olan basit bir genç işçidir. Bir milli futbol maçı sonucu taraftar kalabalığı arasında yaşanan sokak kavgasının ardından Kürt etnik kimliğinin bir metaforu olan Mehmet Berzan ile arkadaş olur. Muhammed, yanlışlıkla karıştığı siyasi bir soruşturma sırasında polis vahşeti ile karşılaştığında değişmeye ve siyasi açıdan bilinçlenmeye başlar.
Ostaoğlu ve filmi siyasi dürüstlüğü ve cesareti sayesinde çok sayıda ödül aldı.
Kimlik sorunlarını tasvir etme
Ostaoğlu sonraki filmlerinde de kimlik meselelerine değindi. Ostaoğlu, Bulutları Beklerken (2003) adlı eserinde, Eleni ismiyle doğup, Rum Hristiyan bir aileye mensup olmasına rağmen Türk Müslüman olarak büyüyen Ayşe’nin, Birinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan yerel olaylar sonrasında hikâyesini anlatır. Artık yaşlı bir kadın olan Aisha, yeni kimliğini (Türk Müslüman) uzun süredir kabul eden ve ailesinin geçmişiyle bağlantı kurmayı reddeden ablasından destek alamamasına rağmen ailesinin kalıntılarını bulmaya çalışmaktadır. Sonunda Aisha geçmişin gizemlerini çözmeyi ve Yunanistan’daki ağabeyini ziyaret etmeyi başardı.
İki ayrı filmde ulusal ve etnik kimlik konularını ele alan Ustaoğlu, daha sonraki filmlerinde Pandora’nın Kutusu (2008), Clear Mystery (2016) gibi filmlerinde yaşlanma, kadın sorunları, nesiller arası çatışmalar ve gençlik sorunları gibi daha evrensel temalara odaklanmaya başladı. ) ve Aarav” (2011).
Ustaoğlu bugüne kadar Antalya, İstanbul, Ankara, Boston, Salt Lake City (Sundance), Berlin, Nürnberg, São Paulo, Valladolid, Erivan ve Tahran gibi şehirlerdeki farklı festivallerde birçok ödül kazandı.